
Bazen bir efenin narasi, bazen yavrusunu yitiren bir annenin feryadi, bazen buram buram memleket hasretidir onun sesi... Nefes ve agaç müthis bir kültür birikimiyle ve askla bulusarak bu sesi üretir. Çalabilmek için sabirli olmak gerektiginden, çok çalismak, sevinç ve hüzün gibi duygularla özdeslesebilecek duyarliliga sahip olmak gerekir. Bu aslinda Anadolu insaninin tanimidir. Iste bu yüzden kaval, Anadolu insaninin portresini olusturan en önemli kültürel ögelerden biridir. Yalniz basinayken hüzünlü, lirik, grup içindeyken hem bütünleyici, hem de cosku ve hüzün karisimi rengiyle kolayca ayirdedilebilen bir sazdir.
Kaval Hakkinda
Halk Müzigi Orkestralarinin Kavalla Tanismasi
Çoban sazi olarak bilinen ve sadece yalniz çalinabilecegi düsünülen kavalin ülkemizde orkestra içinde ilk kullanilisi Arif Sag ile baslar. Daha sonra Sinan Çelik kavalin fiziki ve perde yapisi üzerinde uzun çalismalarda ve arastirmalarda bulunarak günümüzdeki yere gelmesini sagladi. Ses alaninin genisligi ve perde yapisinin kromatik olmasi halk türkülerinin kavalla basarili bir sekilde icra edilmesine olanak saglamaktadir. Bugulu ve dramatik ses tonuyla, uzun havalari ve agir türküleri, lirik ses tonuyla da coskulu havalari (barlari, halaylari, horalari, horonlari, zeybekleri, karsilamalari) büyük bir basariyla icra etmek mümkündür. Sinan Çelik, çaldigi yüzlerce albüm kaydiyla, kavalin halk müzigi içinde olmasi gereken yere oturmasini saglayarak, kavalin yaygin olarak kullanilmasina büyük katkida bulundu. Bugün yüzlerce genç orkestralarda kaval çalmakta ve kaval her geçen gün ileri düzeyde icra edilerek hak ettigi yere ilerlemektedir.
Kavaldan Ses Elde Etme (Ton Ele Etme)
1.Dudaklar "tu" sözünün söylendigi sekilde büzülür.
2.Kavalin agizli kismi büzülmüs durumdaki dudaklarin sag tarafina 2/3 yerlestirilir sag elle kavalin alt kismi sol ellede üst kismi tutulmalidir.
3.Nefes (soluk) kavalin agizlik kisminin içerisine çarptirilacak sekilde fazla abanmadan üflenir.
Baslangiçta ses elde etmek için kavalin tüm perdeleri açik birakilmalidir. Perdeler parmak bogumlariyla kapatilir. Kavalda nüanslar degisik sekillerde yapilir. Anadolu’da en yaygin sekil kavalin özellikle uzun tonlarda asagidan agiz kismina dogru sallanmasiyla yapilir, ayrica nefes siddetini arttirip azaltmakla, kafayi hafifce sallamakla ve perde üzerindeki parmagi hafifçe hareket ettirmekle de degisik sekillerde nüans yapilabilinir.
Kaval tek parçadan yapildigi gibi iki veya üç parçadan da yapilabilir. Anadolu’da yaygin olarak tek parça kavallar çalinir. Agaç kavallarin üflenen kismina nemden etkilenmemesi, daha dayanikli olmasi ve dudaklari daha iyi kavrayabilmesi bakimindan baspare tabir edebilecegimiz bir agizlik takilir. Kavallardaki baspareler manda boynuzundan yapildigi gibi günümüzde derlinden de yapilmaktadir. Ayrica baspareler simsir, abanoz ve gül agacinin kökünden de yapilabilir (Türkiye’de en yaygin kullanilan kaval tonlari La, Si, Do, Re, Do Diyez VE Mi tonlaridir). Bu tonlarin disinda da her tondan kavallar yapilmaktadir. Kaval boyu uzadikça iç çapi da genisler. Kavallar genelde 14 ve 16 mm iç çapinda açilirlar, Si, Si Bemol, La kavallarin iç çapi 18 mm olarak açilir. Kaval yapmaya en uygun agaçlar erik, kayisi, kizilcik, armut, zeytin, simsir, dut ve sari ardiçtir. Bu agaçlar Anadolu’da yaygin bir sekilde yetismektedir. Kavallarin içi sürekli sivi yagla yaglanmali, çaldiktan sonra içi temizlenmeli ve tekrar yaglanmalidir. Kaval kromatik perde yapisina sahip bir sazdir, bu yüzden teknik imkanlari çok genistir. Agir ve duygusal ezgilerin yani sira hareketli ve dinamik ezgilerde de basariyla kullanilabilinir.
Kaynakça: http://www.muzikfakultesi.com/portal/dilsiz-kaval-vt2416.html
Kaval
İnsanoğlunun üflemeli ilk çalgılarındandır. Çeşitli kaynaklarda ''ağız sazları'' arasında anılan çalgı. Orta Asya Türk uygarlıklarından itibaren bilinir. Ülkemizde yüzyıllardır, ''çoban sazı'' ya da ''düdük'' olarak tanınan kaval, Büyük Göç'le yayıldığı toplumlarda ise, farklı ad ve biçimlerde çalına gelmiştir.
Kaval, içi boş şey anlamına gelen, ''kav''dan türemiştir. Çalgıya yüzyıllar önce yakıştırılan bu ad, genelde tüm nefeslilere (yapısal biçimine) özgü ortak bir kavramı içerir.
Kaval sözcüğü, Orta Asya Balasağun Türk kültüründe de kullanılmıştır. Ancak değişikliğin daha çok dil ve lehçelerden kaynaklandığı da bir gerçektir. Örneğin: Kırım lehçesinde ''Khoval'' (Çoban düdüğü), Çağatay lehçesinde, ''Khaval'' (Mağara, in ya da büyük çuval), Azerilerde ''kabak-kaval'' (büyük tef), Arapça'da ise, ''Geveze (konuşkan kişi) karşılığındadır. Bunların dışında dilimizde insan bacağındaki uzun, içi ilik dolu baldır kemiğine de şekil itibariyle ''kaval'' denilmektedir.
Yurdumuzda, halk ağzı ile ''gaval-goval ya da guvval'' olarak söylenen çalgı, sadece çobanlara özgü, ilkel bir müzik aleti olarak tanımlanmaktadır .
Sonuç olarak, Kaval'ın şimdiye dek ''düdük ve çoban'' sözleriyle anılışı, yada "flüt'' adı ile biçimlendirmeye çalışılışı, onu halk müziğinin öz yapısından hiç bir zaman ayırmamıştır.
Yurdumuzun çeşitli yörelerinde ''guvva-govel ve gaval'' olarak da söylenen kaval, genellikle çoban sazı olarak bilinir. Güney Anadolu'da halk ve göçebeler arasında adeta ;mukaddes bir alettir. Kaval, koyunlarında sevgili bir sazı olduğuna itikad olunur. Kaval çalmasını bilen her çoban kavalının nağmeleriyle sürüsünün sevk ve hareket işlerini idare ettiği genel kanıdır. Bu konuda da bir çok efsaneleşmiş halk hikayesi anlatılır. Kavalın geçmişi insanlık tarihi kadar eski olduğu söylenebilir. Sazı ilk olarak bulan veya çalanlarla ilgili birçok fikirler ileri sürülür ise de, araştırmacılar kavalın Hazar Denizi ötesi Ural-Altay dağları arasındaki bölge olabileceği konusunda birleşmektedir. Nitekim Alman, ''Curts Sachs'' kavalın Türkçe asıllı olduğunu belirtmiştir. Konuyla ilgili ayrıca Macaristan'ın Zulnak ili Jonoshid yöresinde 1933 yıllarında arkeolojik kazılar ile ortaya çıkartılan bir ''kurgan'' (mezar) da var. Türk çobanına ait ''ötkeçin''ne (kemikten yapılmış çifte kaval) rastlanmıştır. Kavim göçü çağından kalma bu nefesli sazı bir çok tipleri arasında inceleyen Macar Denes Van Bartha bu tür örneklerin yayılma merkezinin Ural ile Altay arasındaki Ön Türklere ait en eski uygarlık ürünü olduğunu ayrıca doğrulamıştır.
İnsanoğlu, rüzgarın içi boş kamışlardan çıkardığı seslerden esinlenerek kavaldan ilk müzik seslerini çıkarmış, önceleri kamış üzerinde delikler bulunmaz iken daha sonraları çeşitli seslerinde elde edilmesi için kamış üzerine 3-5 delik açmıştır.
Asya müziğinin sistemi olan Pentatonik sistemdeki beşli sesler elde edildikten sonra da, delik sayısı sekize kadar artırılmıştır. Önceleri kamıştan yapılan kavallar zamanla hayvanların boynuz ve kemiklerinden yapılmaya başlanmıştır. İlk dönemlerde kartal ve turna gibi kuşların kanat kemiğinden yapılıp çalınanlarına ÖTKEÇİ-N adı verilmiş, bundan tek kemikten yapılanlarına ise bugün ÇIĞIRTMA adı verilmektedir.
Sibuzgu, sebezğu, sıvzğa, bırğa, burğa, borğu, tütek (düdük) gibi adlar ile anılıp çalınan düdüklere genelde SİPSİ adı verilmektedir. Avlanmayı bir sanat haline getiren Eski Türkler bu tür düdükleri avlanmakta da kullanırlardı, bunlarda dişi geyik sesini verdirerek erkek geyiklerin avlanmasını sağlarlardı.
Anadolu insanının üzerinde unutulmaz apayrı bir yeri olan kaval, yüzyıllar boyunca duygularını dile getirmesinde vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Anadolu insanı için adeta o kutsal bir alettir, yanık Anadolu havalan onun sesinde apayrı bir hava taşır. Yurdumuzun her yerinde zevkle çalınıp dinlenen en hissi nefesli sazlarımızdandır. 30 ile 80 cm. arasında çok çeşitli boylarda olanları vardır. Yapımında, ardıç, gürgen, şimşir, meşe, ıhlamur gibi sert ağaçlar tercih edilir. En makbul olanı erik ağacından yapılanıdır. Ayrıca kamış ve pirinç gibi madeni alaşımlardan yapılanları da vardır.
Kavallar dilli ve dilsiz olarak iki gruba ayrılır. Üst yüzlerinde 7 alt yüzlerinde bir olmak üzere toplam 8 ses deliği bulunur. Kavalların 2,5-3 oktav ses sahaları vardır. Ayrıca her yarım ses için yapılmış kavallar da mevcuttur.
Kavalın yapımı
1. Kavalın delikleri önce 5 mm. matkap ile delinip, daha sonra deliklerin sesleri kontrol edilerek büyütülmektedir.
2. Delik büyüdükçe ses tizleşir.
3. Delik küçüldükçe ses pesleşir.
4. LA, (Si b) ve si tondaki kavallar 16 mm. çapında olup istendiği
taktirde ağız kısmı genişletilebilir.
5. Denge delikleri ile bütün delikler kapalı 7. delik açık olduğunda 1 tam ses elde edilir. Diğerleri sıra ile kaldırıldığında yarımşar ses elde edilir. İşte denge delikleri, 1 tam sesi sağlam elde etmekte ihtiyaç duyulduğunda kullanılır.
6. Delik açık olduğunda bu sesi LA kabul edersek, eğer deliği kapattığımızda ses pest kalıyorsa kavalın en sonunda 5 mm.lik delik açılır. Yine pest kalıyorsa delik büyütülür. Yine olmuyorsa, ikinci bir delik delinir. İşte bu deliklere denge deliği denir.
Delikleri yukarıdaki gibi numaralandırdığımızda; hepsi kapalı olduğunda SOL, 7. delik açık olduğunda LA, 6. delik açık olduğunda (Sİ b), 5. delik açık Sİ, 4. delik açık DO, 3. delik açık DO #, 2. delik açık RE, 1. delik açık (Mİ b) olur. 8.delik açık olduğunda FA # sesi elde edilir. Parmakların hepsini kapatıp üfleme pozisyonunu değiştirirsek Re sesi bulunur. 2. delik açık ve aynı şiddetle üflenirse yukarıda yazdığımız seslerin paralel beşlileri bulunur. Bugün kaval, içli sesi ile canlanmakta olan yeni çok seslilikte gerekliliğini korumakta ve önemi günden güne artmaktadır.
Tüm Yönleriyle Türk Halk Müziği ve Nazariyatı
Dr. Atınç Emnalar
Ege Üniversitesi İzmir 1998
Kaynakça: http://www.turkuler.com/thm/mey.asp
Mey
Mey, müzikte nefe

Gazimihal etimolojik olarak, mait kelimesi üzerinde durmuştur ."Firavunlar Mısır'ından kabartmalarda resmi var, adı o ilk çağda mayıt'tı; fakat sonradan uzun asırlar unutulmuştur. Meyi ve mayıt kelimeleri arasındaki morfoloji tıpkılığı açıktır" diyerek, Saygun'un da görüşüne katıldığını belirtmiştir. Ancak bu açıklamada iki çelişki vardır: Birincisi, Gazimihal'in iddiasına göre uzun yıllar unutulan bir çalgı nasıl oluyor da Kars'ta meyi ismiyle çıkıyor. İkincisi ise, Mısır kabartmalarında bu çalgının ismi mayıt olarak değil, mait olarak geçmektedir. Türkçemizde mey'e yakın kelimelere baktığımızda: "Meyi; eriyip akma. Meyi: Ney (Kars).
May: Su arkı, su mecrası olarak geçmektedir.
Müzikte mey kavramını incelemeye kalktığımızda balaban ile ilişkisini ortaya koymak gerekiyor. Balaban, nefesli bir çalgı olarak Asya'da birçok ülkede sevilerek kullanılmaktadır. Bu çalgı, fizyolojik ve ses olarak mey ile çok benzerdir. Balaban'ın Türkçe'deki kelime anlamı; iri cüsseli adam veya hayvan, davul tokmağı, oynatılan ayı, balaban kuşu ve davuldur. Asya'nın Kazak-Kırgız ve Kazan Türkçelerinde koca davul anlamındaki balaban şeklinde görülür. İslavcanın Rus, Ruten, Bulgar, Sırp, Hırvat lehçelerinde de davula baraban denir. Erzurum doğusunun mey denilen kamış çalgısını andıran balaban daima davulla birlikte çalındığı için adının baraban'dan ''r>l'' değişikliği ile geldiği de düşünülür.
Maragalı Abdülkadir'in nayçe-i balaban'ının, günümüzde kullanılan mey ve balaban olduğuna dair herhangi bir şüphemiz yoktur. Ancak nayçe-i balaban ismi bazı değişikliklere uğramıştır .Bazı bölgelerde yaşayanlar balaban, belman, balaman, yasti balaban, nay ismini kullanarak bu çalgıyı günümüze kadar yaşatmışlardır. Türkiye'de ise mey ismini almıştır. Bu çalgının isminin neden mey olduğu konusunda yöre sanatçıları ile görüşülmüş, ancak bundan fazla sonuç alınamamıştır. Kimine göre mey; yumuşak anlamına gelmekte ve sesinin yumuşaklığı nedeniyle bu ismi almaktadır. Kimine göre muhabbet anlamındadır. Muhabbet anında kullanılır olması ve insana hoşluk duygusu vermesi, içkinin verdiği hoşlukla özdeşleşmiş ve mey ismi bu nedenle çalgıya verilmiştir. Ney'den ayırmak için ''mey'' isminin verildiğini de söyleyen olmuştur.
Bize göre, Mey ismi nay-ı balaban veya nayçe-i balaban isminin günümüze yansımasıdır. Bilindiği üzere Farsça "çe'' küçültme ekidir. Nay ise eski İran dilindeki nada'dan türemiş bir kelimedir. Nada'nın anlamı da kamıştır. Nay dilimizde ney olmuştur. ''Ney, Farsça nay kelimesinin muhaffefidir''. Mey kamışla çalınan bir çalgıdır ve kamış bu çalgıya karakteristik özelliğini verir. Nay'ın anlamı da kamıştır .Büyük bir olasılıkla, mey kelimesi dilimize nay 'dan incelerek giren ney'den ayrılması için girmiş bir kelimedir. Çünkü ney, Klasik Türk müziğinde kullanılmakta olan bir çalgıdır. Mey ise halk müziğimizde kullanılmaktadır. Belki de vurgulanmak istenen bu ayrım idi. Örneğin mey halen Ermenistan'da nay ismi ile de kullanılmaktadır. Ayrıca Gaziantep'te, nay denilen ve Erzurum pazarı için yapılan mey gövdelerinin varlığı da bilinmektedir.
Tarihçe
Mey, Asya'da yaygınlık kazanmış, köklü, fazla değişime uğramamış çok eski bir çalgıdır. Benzerleri halen Türkiye dışında Azerbaycan, Gürcistan, Dağıstan, Ermenistan, İran, Çin, Japonya ve Kore gibi ülkelerde çeşitli isimlerde kullanılmak tadır.
Tarih öncesi sitelere kadar gittiğimizde ''kamışlı çalgılar görülmemektedir. Bunun nedeninin de, kamışın bizzat kendisinin, kemik flütlerin aksine kolaylıkla bozulabilir materyalden yapılmış olmasından kaynaklanıyor olabilir.
Kamışlı çalgılar hakkında elimizde bulunan en eski bulgu Helenistik dönem Mısır'ına aittir. ''Kamışlı borulara mait adı verilir. Dördüncü hanedanda hem uzun hem kısa tiplerine rastlamaktayız. Bunlar muhtemelen modern obua gibi çift kamışla çalınmaktadır''.
Mait, monaulos olarak da adlandırılmaktadır. Mey ve benzeri çalgılar ''Helenestik çağı Mısır kalıntıları arasında bulunan monaulos ile yakın benzerlik gösterirler. (Detayları bilinen tek antik tip). İngiliz araştırmacı Picken de bazı kaynaklara dayanarak aynı iddiada bulunmaktadır: ''Mey'in ve Azerbaycan'da kendisine çok benzeyen kamış borulu (balaman), Sovyet Ermenistan (düdük), Gürcistan (duduki), Dağıstan (balaban)'m antik çağın son dönemlerine ait monaulos ile ilişkisi vardır. Evliya Çelebi'nin balabanının, mey olduğundan kuşku duyulmaz. Saygun'un Kars yöresinden sekiz delikli çalgısına ait raporu Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve Dağıstan kaynaklı çalgılar tarafından da desteklenir. Sekiz delik, Brüksel Müzesi'nde bulunan Ptolemaic Mısır'ına ait monaulos'ta da vardır. Wegner de son dönem Atina vazo resimlerinden yapılan reprodüksiyon da, mey 'in son dönem auloi'sine benzerliğini belirtmektedir.
Capitoline Museum'daki bir mozaikin collotype'leri, (Salla Delle Colombe'deki) incelendikten sonra temsil edilen nesnelerin kamış olduğuna tamamen ikna oldum. Bunlar halen kullanılan kıskaçlar gibi yapılmış görünüyorlar ve kamışın dudağa gelen kısma yerleştirilmelerine rağmen, şekilleri hickiriki'nin yamuk şeklindeki kamış başlıklarından tamamen farklıdır. Boruların kendileri de tibiae ya da auloi'nin bildiğim diğer tasvirlerinden daha çok mey'e yakındır. Kamışlar mey'in uzunluğu ile orantılıdır. Altına doğru eğim kazanarak incelir. Gövdenin mafsal ucundan kamışa doğru alan daralması çok hafiftir. Bu mozaik, 1824 yılında, Trajanus Decius tarafından 252 yılında inşa edilmiş Thermae Decianae sitesinde bulunmuştur. Bu mozaik stilistik olarak Pergamon (Bergama) mozaikleri ile ilişkilidir. Öyle ki bu çift kamış yan silindirik boru çiftinin, Anadolu'da Hıristiyanlık döneminin ilk yüzyıllarında görülen bir tip olduğu kuşkusuzdur. Kıskaçlar (eğer öyleyse) her iki uca bağlanan tipten ziyade Bayburt(Kuzeydoğu Anadolu)'un mey ve hiçhiriki kıskaçlarının karakteristiği olarak bir uca bağlanan tiptendir''.
Çeşitli araştırmacıların mey'in, zurna'dan daha eski bir çalgı olduğu hakkında iddialan mevcuttur. ''Zurnalar türünün atası mey'dir''. ''Silindirik obualar (mey ve benzeri çalgılar) yüksek sesli koniklerden (zurna) daha eskidir fakat daha az rastlanır''.
Bu çalgıya ait elimizdeki Türklere ait en eski kaynağın Maragalı Abdülkadir'e (1350?-1435) ait olduğunu zannetmekteyiz. Nayçe-i balaban ismiyle yer alan bu çalgıya, ''Surnaya benzer surnayın talimi bununla yapılır, yumuşak ve hazin bir sesi vardır.'' demektedir. Abdülkadir'den iki asır sonra yaşamış Evliya Çelebi'de de (1611-1683) benzer bir tanıma rastlamaktayız; ''Belban (veya balaban, Türkmen kamışlı düdüğü) Şiraz'da icad edilmiştir. Zurnadakine benzer kulağı yoktur. Türklerce çok kullanıldı. 100 çalanı vardır''. Bunların dışında Cumhuriyet Türkiyesi'nde tarihçeye girmeden kısır araştırmalar yapılmıştır.
Helenestik Dönem Mısır'ına ait mait veya monaulos adlı çalgıyla benzerlik gösteren mey, bazen balaban, belban, nayçe-i balaban, nay-ı balaban, balaman, nay, düdük, duduki, mey, kuan, hiçkiriki, hyanpiri, vb. isimlerle günümüze değin gelmiş ve yaşamakta olan bir çalgıdır.
Ses Sistemi
Mey, bir oktav ses sahası olan çalgıdır. Yapısında, yedeni de bulunan rast makamı dizisi mevcuttur.
Diatonik bir çalgıdır. Kromatik ses elde edebilmek için deliklerin yarım açılması ve dudakların yardımı gerekir. İcracı parmakları yarım açıp kapama dışında dudaklarını sıkarak veya gevşeterek kromatik sesin alınmasına yardımcı olur.
Ses sınırının dar olması nedeniyle mey'de transpoze olanağı sınırlıdır. Belirlenen her bir tam ton için ayrı bir mey kullanmak gerekmektedir. Yarım tonluk farklılıklar kamış değişimi veya kamışa eklenen ve boğaz ismi verilen parça yardımıyla olur. Fakat aynı gövde üzerine kamış yardımıyla bir tonluk farklılık yapılmaya kalkıldığında seslerde bozulma olmaktadır.
Meyler, Ana, Orta ve Cura olmak üzere üç ayrı yapısal özellikte sınıflandırılmıştır.
Esas itibariyle mey notaları yazılırken fa anahtarı kullanılmalıdır. Halk Müziğimizin pes sesli bu çalgısında, Türk Müziği notalama sisteminden kaynaklanan (doğruluğu tartışılabilir) zorunluluklardan dolayı sol anahtarı kullanılmaktadır.
Songül Karahasanoğlu ATA
Kaynakça: http://www.turkuler.com/thm/mey.asp
Zurna
Direk üflemeli çalgıların en yaygın ve hemen hemen en sevileni
olan zum

Eski Türklerin ''zuma'' adlı bir çalgıyı kullandıkları bilinirdi. Türkçe'de kelime başlarında (Z) sesinin olmaması, zuma kelimesindeki (Z) harfinin bir yansıma olduğunu göstermektedir. Rus ve Kafkaslar da bu çalgıyı zuma diye tanımlarlar. Çinliler ''SU-NA'' derler.
Dede Korkut hikayelerinde zurnacı ve nakkarecilerden sözedilmektedir. XIV. yy. Umur Beyin askerlerine karşı Ege'de yapılan bir savaşta, davul zuma ile karşı tarafın sinirlerinin bozulduğu ve savaşın kazanıldığı tarihi bir vesikadır. Halbuki Zuma kelimesi Türkçe olup, Farsça (dağan) ile nay (düdük, boru) kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.
Asım Efendinin Burhan-ı katı tercümesinde Zurnanın Farsça olduğu söylenmektedir. Oysa ''zur'' kökü ile ''na'' ekinden meydana gelmiştir. Zur kökü ses taklidinden başka bir şey değildir.
İslamiyet'ten önce zurnanın adı I.yy.da ''yurağ veya yerağ'' idi. Zurnanın gür ve yüksek frekanslı sese sahip olması çalgımızın salon yerine saha çalgısı olma özelliğini getirmiştir. Başlangıçtan zamanımıza kadar en az değişikliğe uğramış çalgılarımızdandır. Osmanlı İmparatorluğu zamanında saray nöbetlerinde ve savaşlarda bir çeşit ulusal bando olarak yer tutardı. Uzun yıllar davulla birlikte özellikle Türk köylüsünün müzik ihtiyacını karşılamıştır.
Bazı ''anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zuma az, zurnada peşrev olmaz'' gibi Türk deyimleri, sazımızın devamını ve unutulmamasını sağlamıştır.
Zurnanın yapısı:Zurnanın yapımında kullanılan en makbul ağaç erik ağacıdır. Bunu yanında kiraz ve zerdali'den de yapılır.
Altı tane üst ve bir tane alt delikte toplam 7 delik bulunur. Ayrıca zurnanın ön ağız bölgesinde (cin veya şeytan) deliği denilen delikler bulunur. Bunlar 6 tane olup, üçerli veya karşılıklıdır.
Zurnanın Bölümleri
A. Lüle: Bu kısma lüle denildiği gibi, ''etem'' veya ''metem'' de denilir. Zurnanın nezik kısmının içine geçirilmiş ağaç veya madenden yapılma bir zıvanadır. Bu zıvananın gümüşten olanlarının ucuna yine gümüşten bir kordon takılır ve zurnanın boyuna halkalanır. Tıpkı bir nargile ağzına benzeyen etem, zuma çalanların çok önem verdiği aletlerden birisidir. Takılan gümüş kordon bu aletin kaybolmamasını sağlamak içindir.
B. Nezik: Zurnanın ağaç kısmına başka renkte bir ağaçtan yapılmış ve monte edilmiş kısmıdır. Bu zurnanın ağzına kuvvet vererek çatlamasına yardımcı olur. Gerek nezik gerek etem istenildiği zaman çıkarılabilir. Bu ayrı ayrı muhafazasını da sağlar. Bazı zurnalarda sabit de olabilir. Fakat bunlar makbul değildir.
C. Soluk deliği: Zurna'nın alt taraftaki neziğe en yakın deliğinin ismidir. Kara Ali ismindeki zurnacı soluk deliğini şöyle anlatır . ''...Efendim soluk deliği adamın burnuna benzer. Adam oğlu ekmek yerken su içerken burnu olmazsa nefes alamaz. Bazı havalarda burundan ses çıkarır gibi zurnayı öttürmek gerekir. O zaman bu deliğe sağ elin baş parmağı ile dokunarak sağır ses çıkarırlar... '' Buna bazı Abdallar ''metem'' diyorlar.
D. Cin-Seytan delikleri: Zurnacılar zuma borusunun sağ ve sol tarafında açılmış ince deliklere cin veya şeytan deliği adını verirler. Bu deliklerin ne işi yaradığı bilinmemektedir. Kara Ali ismindeki zurnacı cin deliklerinin hava almak için olduğunu söyledi.
E. Zurna borusu: Zurnanın ses çıkaran geniş ağzına denir. Borunun
kenarları ve üst kısmı ekseriya gümüştendir. Cura borularında iki, büyüklerde üç tane şeytan deliği bulunur.
F. Hava döndüren: Zurnanın deliklerine verilen isimdir. Yedi tane olan bu deliklere yukarıdan itibaren, dört tanesini sağ el, geri kalan üç tanesini sol el idare eder.
G. Avurtluk: Etem'e geçirilen değirmi bir alettir. Ağaç, kemik ve metalden yapıldığı olur. Bazen kenarları yontulur. En makbul avurtluk koyunun kürek kemiğinden yapılanıdır. Havanın dışarıya kaçmasını önlemede büyük etkendir. Boy ve seslerine göre dört çeşit zurna vardır.
1. Kaba Zurna
2. Orta Zurna
3. Cura Zurna
4. Zil Zurna.
Tüm Yönleriyle Türk Halk Müziği ve Nazariyatı
Dr. Atınç Emnalar
Ege Üniversitesi İzmir 1998
Kaynakaça: http://www.turkuler.com/thm/zurna.asp
Ney
Ney (Farsça: نی; Arapça: ناي; Türkçe: ney; diğer: nai, nye, nay, gagri tuiduk, or karghy tuiduk), Sümerlerden beri bütün Türk topluluklarında sürekli görülmüş olan[kaynak belirtilmeli] üflemeli çalgıdır. Benzer örneği Aztek Kültür'ünde de bulunmaktadır.[kaynak belirtilmeli] Kaşgarlı Mahmut, Divân-ı Lügati't-Türk adlı Türk Kültür ve Dil'ini anlatan eserinde, Sagu denilen, "Erler" için düzenlenen, ölüm, erdem ve acıları anlatan tören'lerde kullanıldığını aktarmıştır.
"Ney", yakın zamanlarda Farsça'ya geçmiş olup nâ veya nay (kamış) adını almıştır. Arap toplumunda'da üflemeli çalgıların hemen tümü için kullanılan mizmâr sözcüğü ise, (nefes borusu, ses organı anlamında) ney için de kullanılmıştır. Türkçe’de ise hemen her zaman ney olarak anılmıştır. Kavimler Göçünden çok eski zamanlardan kalan, Runik Harfler'in aslının henüz anlaşıldığı; Proto Türk Yazıtları zamanından kaldığı düşünülen kültür'izleri gibi miras kalmış olan, çok az kültürel öğelerin devamı olarak ise, bugünkü Romanya’da nayu olarak Ad'landırılır..
Sümer toplumunda M.Ö. 5000 yıllarından itibaren kullanıldığı sanılan bu çalgıya ait elimizdeki en eski bulgu, M.Ö. 3000-2800 yıllarından kalan bugün Amerika'da Philadelphia Üniversitesi Müzesi'nde sergilenen neydir. Çalgının o dönemlerde de dinsel törenlerde kullanıldığı sanılmaktadır.
Günümüzde ney, Türk sazı olarak anılmaktadır ve tasavvuf müziğinin bir sembolü haline gelmiştir. Bir müzik aleti için kullanılan çalmak yerine, Ney için üflemek tabiri kullanılır. Burada üflemenin mecazi bir anlamı vardır. Kaynağını İslam'da Allah'ın insanı yaratırken ruhu üflemiş olmasından alır.
Yapım
Kargı denilen bir çeşit budaklı kamıştan yapılır. Akortlarına göre çeşitli boylarda olan ney, dokuz kısa boğumdan meydana gelmiştir. Üzerinde 7 perde mevcuttur. Bu perdeler, açkı ile delinerek elde edilir. Son yüzyıllarda eklenmiş üflemeyi kolaylaştırıcı önemli bir bölümü de başparesidir. Boynuzdan veya fil dişinden yapılır. Bir neyin düzgün akort'lu olabilmesi için 9 adet boğumdan oluşması ve bu boğumların her birinin birbirlerine eşit olması şarttır ki böyle bi kamışın sazlıkta bulunması çok enderdir.Ney fiyatlarının yüksek olmasının sebebi de budur.
Başlıca yedi çeşit ney vardır. Bazı neyzenler ve ney ustalar her ney için diyapazona göre hangi perde açılacak akordun karşılığıdır: Mansur'da dügah, şah ney'de buselik, davut ney'de çargah, bolahenk'te neva, süpürde'de hüseyni, müstahsen'de acem, kız ney'de gerdaniye. Ney yaklaşık 3 oktav ses genişliğine sahiptir.
Mesnevi'de NeyMesnevi ilk 18 beytinde neyden bahseder sonraki 6 cildinde de bunu açıklar. Burada ney sembolü altından bir dünya görüşü ve bir medeniyet anlatılır. Neyzen olmakla bu dünya görüşünü öğrenmeye de talip olmak da ilişkilendirilmektedir.
Dinle neyden kim hikâyet etmede
ayrılıklardan şikayet etmede - Mevlana
Ney Çeşitleri
Davud Ney
Şah Ney

Mansur Şah Mabeyni Ney
Mansur Ney
Kız Mansur Mabeyni Ney
Kız Ney
Yıldız Ney
Müstahsen Ney
Süpürde Ney
Bolahenk Süpürde Mabeyni Ney
Bolahenk Nısfiye Ney